Ruhun Anlam Arayışı. “Yirminci yüzyıl insanının temel problemi nedir?” diye sorar Rollo May ve sorusuna yine kendisi cevap verir; Boşluk… Bu boşlukta ruhumuz ve benliğimiz bir çemberin içerisinde kısır döngüye saplanıp kalıyor çünkü bir yanılsamanın içerisindeyiz, hareket ediyoruz belki ancak bir hedefe varamıyoruz. Bilge ruh bilimcinin cevabı ürkütücü gelebilir ilk duyuşta insanın kulağına. Onca meşgalenin arasında nasıl olur da en büyük sıkıntımız ‘boşluk’ olur diye, hem bu kadar kaba bir kavramı kim hayatında ister ki?
İnsanın kendi benliğine bu denli yabancılaştığı, çevresinde olup bitenlere bu kadar duyarsızlaştığı, hayatın bizden duymak istediği sorulara kulak tıkadığı, nice sorunun ve dahi sorgulamanın cevapsız kaldığı bir çağ hatırlıyor muyuz? Tabi ki hatırlamıyoruz çünkü bu sorular da o koca boşluğun içinde kaybolup gidiyor. Öyleyse önce bir dönüp bakalım kendimize çünkü her sualin cevabı öncelikle bireyin kendi iç dünyasında gizlidir. O gizemin arkasında duran insan ruhunun gerçekliğidir, sahici, samimi, en parlak gerçek. Kendimize, ruhumuza, benliğimize, vicdanımıza her yüz çevirişimiz o gizemin üstüne düşen birer gölgedir en nihayetinde. Derdimiz insanın ruhu, kişiliği, psikolojisi, bütünlüğü, anlam arayışı ise yapılması kaçınılmaz şeyler olmalı, ki hep var olmuştur, peki bunlar neler olabilir?
Ruhun Anlam Arayışı
Düşünmekle başlasak işe galiba ilk adımı atmış olacağız. Öyle ya George Orwell’in dediği gibi “Düşünün çünkü henüz yasaklanmadı.”. Hayatın neresinde bir şeyleri ıskalıyoruz ki boşluk denilen bir muamma ile karşılaşmak zorunda kalıyoruz? Yaşamın neresine tutunmayı beceremiyoruz ki sürekli sendeliyoruz? Biz neleri görmezden geliyoruz ki baktığımız her yer anlamsızlığa bürünüveriyor? İnsani hangi yetileri yitirdik ki ruhlarımız köhneleşti? Bu çetrefilli soruların cevabını ise Psikiyatrist R. Laing versin; “Düşündüklerimiz ve yaptıklarımız arasında dikkat etmediklerimizden oluşan bir boşluk vardır.”. İnsanın kendi dünyasını kurabilmesine olanak sağlayan, toplum içinde kabul görmesinin önünü açan, varlığına bir anlam katan ve onu aşkın bir varlığa bağlayarak ‘oluş’ sürecinin sac ayaklarını temin eden her türlü ‘şey’in göz ardı edilmesi ve dikkatin olmaması bizleri boşluğa iten en önemli etkendir.
Dikkat etmek insan ruhunun bilincine varmaktır. Sevginin her türlü engeli ortadan kaldıracağına ve en güçlü bağ olduğuna inanmaktır. Saygının insanlar arasında altın bir köprü olduğunu bilmek, nezaketin insan ruhunun görkemi olduğuna şahit olmaktır. Var oluş gayesinin hikmet yolculuğu olduğunu en derinden hissetmektir. Kendimizi dünya serüvenin içinde kaybetmeden, hayatımızın bir parçası olan ıstıraplarımız ile barışık yaşamalıyız. Bir insanın yüreğine incitmeden dokunarak, ruhun beden denilen kafese mahkum olmasına izin vermeden yaşayabilmeliyiz. Tüm yokluğa karşı varlığı savunarak, kendimizi bilerek son noktayı koyabilme cesareti gösterebilmeliyiz çünkü Kierkegaard’ın enfes tespitiyle hayat bize yalnızca bir şey soracak; kendine has bir biçimde yaşadın mı yaşamadın mı?
Diğer yazılarımıza buradan ulaşabilirisiniz.
İnstagram hesabımız atalayhocapdr
Harika bir yazı.