Hayır Diyebilme Gücü ve Sınırların Önemi
Hayır diyebilmek.! Kendini başkalarının mutluluğuna adayan, sevdikleri için gözünü kırpmadan kendini feda eden bireyler birçoğumuzun hayatında var olmuştur. Bu kişiler hayatımızda kimi zaman anne, kimi zaman eş, kimi zaman da sadık bir dost olarak yer alabilir. Herkes için iyilik yapan bu bireyler, mutlu bir izlenim yaratsa da günün sonunda kendi isteklerinden vazgeçmenin verdiği tatminsizlikle baş başa kalabilirler. Çünkü özverili davranışlar; kimi ilişkiyi devam ettirmek için faydalı olsa da her zaman olumlu sonuçlanmayabilir. Kendi istek ve ihtiyaçlarımızı görmezden gelmeye başlamak, gerçek benliğimizden uzaklaştığımızın bir göstergesidir. İnsanların beklentilerine göre bir hayat yaşamak da her zaman doyurucu ilişkiler ortaya çıkarmaz. Hayır Diyebilme.
Öğrenilmiş bir davranış olan aşırı fedakarlık ve hayır diyememe durumunun ileri boyutlara ulaşması; depresyon ve kaygı bozukluklarına zemin hazırlayabilir. Toplumumuzda hayır dememek, sevgi göstermenin bir yolu olarak kabul edilse de bu düşünce birçok yanılgıyı beraberinde getirmektedir. Sevdiklerimizi korumak, onları hayatımızda tutabilmek; her zaman evet diyerek kabullenmekle mümkün olmamaktadır.
Her ilişki, bireyler kendi isteklerini ortaya koyduğunda ve uzlaşma sağlandığında sağlıklı bir hal alır. Tek tarafın özverili davranıp çaba gösterdiği ve problemleri görmezden geldiği bir ilişki uzun sürse dahi yapay ve gerçeklikten uzak olacaktır. Bu yüzden sınır koyabilmek ve hayır diyebilmek, uzun vadede daha sağlam ilişkiler kurmamıza yardımcı olabilir.
İlişkilerde uyumlu davranmadığımız takdirde sevgiyi kaybedeceğimizi, kabul görmeyeceğimizi ve karşı tarafı mutsuz edeceğimizi düşünebiliriz. Ancak böyle davranarak kendi kişiliğimizden verdiğimiz tavizler bizi olmadığımız biri gibi gösterir. Çevremizi de yanıltarak bizi anlamalarını zorlaştırır. Halbuki ideal davranış herkes için farklıdır ve çevremizi memnun etmek için uyumlu davranma çabası bizi oldukça zorlayacaktır.
Herkesle iyi anlaşmak, her ilişkiyi sürdürmek de insan üstü bir anlayış ve uyum gerektirir. Buna çabalarken insanları memnun edememe sonucu yaşanan hayal kırıklığı; bir süre sonra bizi toplumdan soyutlayarak yalnızlığa itebilir. Bu yüzden kendimizi anlamayı ve ihtiyaçlarımıza kulak vermeyi; ilişki yürütmenin ötesinde sağlıklı bir ruh haline ulaşmak için öncelikli görmeliyiz. Çünkü kendini mutsuz ederek benliğiyle çatışan birinin çevresine verdiği mutluluğun da sahte ve yüzeysel olacağı aşikardır.
Kendimizi tanımak, çevremizi tanımak için ön koşuldur. Böylece kişilik özelliklerimize uygun olmayan, bize zarar verecek insanları da kolayca tanıyıp hayatımıza almak konusunda daha temkinli davranabiliriz. Sınırlarımızı bildiğimizde bize gerçek sevgiyle bağlı insanlar yanımızda kalmaya devam edecektir. Bu şekilde hayatımızın kontrolünü elimize aldığımız zaman, ilişkilerimizin yönünü kendimiz belirleyeceğiz. Kendimizle karşı tarafın isteklerini bağdaştırarak ideal ilişkilere bir adım daha yaklaşabileceğiz.
Her ilişkide mecburiyetler olsa da sağduyulu ve uzlaşmacı bir tavırla kendimizi ifade edebilir, seçimlerimizi insanları mutsuz etmeden ortaya koyabiliriz. Davranışta bulunmadan önce kendimize “Bunu yapmayı gerçekten istiyor muyum?” ve “Bu ilişki benim istek ve sınırlarımla bağdaşıyor mu?” sorularını kendimize sormak hayır demeyi ve kendimizi ifade etmeyi kolaylaştırır. Bu soruları kendimize kılavuz edersek iç sesimizi daha çok dinleyip, taviz vermeden ilişki sürdürebilmenin mümkün olduğunu da anlamış olacağız.
Unutmamalıyız ki, doğal ve samimi ilişkiler kurabilmenin altında kendi doğal davranışlarımız yatar. Bazı ilişkiler hayal kırıklıklarıyla sonuçlansa bile kendimizi doğru ifade etmiş olmanın rahatlığına ulaşmak, iç sesimize kulak vermekle mümkündür.
Ruhun Anlam Arayışındaki Boşluk Engeli adlı yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.